10 Mart 2015 Salı

Dalından düşmez mi her yaprak?

      ''Külli nefsin zaikatü'l mevt'' (Ankebüt Suresi 57.ayet)  Hepimizin her ne sebeple olursa olsun bir şekilde bir yerlerden duyduğuna emin olduğum bu ayeti kerime mealen şöyle der: ''Her nefis ölümü tadacaktır.'' Bizler ki bu alemin sadece misafirleriyiz ve şüphesiz ki asıl sahibi Rahman ve Rahim olan Allah'tır. Biz öyle bir milletiz ki kapısı misafire daima açık, her zaman evinde bir kap yemeği fazladan bulunan bir neslin torunları... Bu, bizim nedenli misafirperver olduğumuzu gösterirken aklıma ilk takılan soru şu: Peki ya biz, bizi nimetleri ile en iyi şekilde ağırlayan ev sahibimize olması gereken misafirlik görevlerini yerine getiriyor muyuz?


       Dünya denilen bu kervansarayın geçici konukları olarak aklımızdan çıkarmamamız gereken şey, bir gün ruhumuzun bedenlerimizden ayrılacağı ve bedenimizde kaldığı süre zarfı içinde aldığımız her nefes ve attığımız her adım için hesap verecek olmamızdır. Hatırlamalı... Anımsamalı... Ölümü hatırlamalı... Sonbaharda kuruyup giden yaprak misali birgün toprak olacağını bilmeli...


       Bizler farkında olmayız belki ama çevremizde sürekli olarak bize ölümü hatırlatacak bir takım vakıalar gerçekleşmekte ya da somut bazı ibareler ölümün her an varlığına işaret etmektedir. Faraza hepimizin bildiği ama şuan sadece çok az sayıda insanın kullandığı ''sarık''... Sizce sarık, takan kişiye ölümü hatırlatmak için bir vasıta olabilir mi? Nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim. Sarık, adından da anlaşılacağı gibi kafaya belirli defalarca sarılarak kullanılırdı ve ne ilgiçtir ki bir sarık için kullanılan beyaz kumaşın ebatı ile kefen için gerekli olan kumaşın ebatı aynı idi. Evet evet kefen yanlış duymadınız... Hani şu cebi olmayan, dokuz tahtanın altında iken bize amellerimizin yanında eşlik eden tek somut şey... Ben bunu ilk duyduğumda çok şaşırmış ve haleti ruhiyemde bıraktığı tesiri üzerimden epeyce atamamıştım. Düşünsenize bir kere ''Ey! ölüm ölüm seni baş üstünde taşıyorum'' demek değil de başka ne bu?

         
        Üstad Necip Fazıl'dı ölümün güzelliğini ''Ölüm güzel şey O'dur perde arkasından haber, hiç güzel olmasaydı ölürmüydü Peygamber'' diye anlatan... Cahit Sıktı'idi ölümün herkesin başında olduğunu,  nerde,  ne zaman,  kaç yaşında olacağının bilinmediğini ve insaoğlunun bir namazlık saltanatın olacağını söyleyen... Peki  Mevlana değil miydi ölüm gecesini '' Şeb-i Arus'' yani düğün gecesi olarak nitelendiren? Kalmış mıydı dünya Sultanlar sultanı, Hakanlar hakanı ve Allah'ın yer yüzündeki gölgesiyim diyen Kanuni'ye? Peki ya Peygamber efendimiz değil miydi kızı Rukiye öldüğünde ''Çok iyi kızlarımdan olan kızımı defneden Allah'a hamd olsun'' diyen?


        Hülasa, behemehal kimsenin bilmediği ya da duymadığı şeyleri söylemiyorum aslında ben. Lakin bakmakla görmek nasıl farklı ise bilmek ve anlamak arasındaki düalizm de aynı istikamette
aslında. Ki bizlerin kethüda derecesine kadar erdiği -ki bu derece ustalıktan da ileri bir derecedir- en önemli zanaat bilipte yapmamak değil mi zaten?


        Şimdi bir de sen düşün ey akide sahibi beşer, Sen neyine güveniyorsun?

       



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GENÇLİK VE GELECEK

İçinde bulunduğumuz çağ, toplumun birçok kesimini tehdit eden tehlikeleri bünyesinde barındırmakta ve her geçen günde bu tehlikeler kar...